NAZLI ÖNGÖREN / ANKARA - BHA

Akademisyen ve haber7.com yazarı Prof. Dr. Zakir Avşar, “Huzuru Sokakta Kaybetmek” başlıklı köşe yazısında şu ifadelere yer verdi:

"Son dönemde medyaya yansıyan Sokak röportajı yapan kişilere yönelik hukuki ve idari işlemlerin tesis edildiğine dair haberler, medya yapımızın nitelik, nicelik, iletişim özgürlüğü, mahremiyet hakkı ve kamusal alanın dönüşümüne intibakı gibi tartışmalar içine girmesini beraberinde getirmektedir.

Sokak röportajlarının, sıradan vatandaşın sesini siyasal alana taşıyan demokratik bir ifade aracından, çeşitli toplumsal gerilimlerin, sınıfsal temsillerin ve dijital ekonominin karmaşık etkilerinin kesiştiği bir pratik haline gelmesi; etik ve hukuki rejimlerde nasıl bir denge aranmalı sorusunu önemli kılmaktadır.

Bu bağlamda yaşanan olumsuz örnekleri, uluslararası örneklerle karşılaştırmalı olarak değerlendirmek, hem hukuki ve etik normların hem de kamusal tartışma kültürünün değişim yönünü anlamak açısından gereklidir.

Dünya örneklerine bakıldığında, sokak röportajlarının yasaklandığı veya sistematik biçimde devlet denetimine tabi kılındığı örnekler neredeyse yok. Ama sokak röportajı bahanesiyle kişilik haklarına, mahremiyete tasallut örnekleri de çok fazla yok. Bizde ise bunlar sıradanlaşmış durumda; eline mikrofon alan, sokak röportajı yaptığını ileri süren, küfür, hakareti, aşağılamayı, iftirayı, kamu düzenini bozmayı kendisi için hak sanıyor…

Almanya, Fransa, İngiltere ve diğer Avrupa ülkelerinde temel yaklaşım, sokakta görüntü veya ses kaydı almanın kamusal alanın doğası gereği mümkün olduğu; ancak bu kayıtların yayınlanması, dolaşıma sokulması veya ticari amaçla kullanılması sırasında kişisel veriler, imaj hakları ve mahremiyet hukuku çerçevesinde ciddi sınırlamalara tabi olması gerektiği yönündedir.

Bu ülkelerde özel hayatın gizliliği ile kamusal alanda ifade özgürlüğü arasında bir çatışma varsa, hukuk hem bireyin tanınabilirliğini hem de yayının bağlamını dikkate alarak bir denge kurmaya çalışmaktadır.

Örneğin Almanya’da görüntü almak belirli şartlarda serbest olsa da, bu kare veya videonun yayınlanması için kişinin rızası aranır; hatta röportaja katılan kişinin spontane bir ifadeyi sonradan kaldırma ya da geri çekme hakkı bulunmaktadır.

Bunun nedeni, Avrupa hukukunun bireyin kendi verisi üzerindeki tasarruf hakkını geniş yorumlamasıdır.

Keza konuşma, ses, yüz görüntüsü ve kişinin hayat tarzını açık eden ifadeler de veri koruma rejiminin konusudur ve yayıncılar bu verileri işlerken şeffaf olmalı, aydınlatma yapmalı ve gerektiğinde açık rıza almalıdır.

Amerika Birleşik Devletleri’nde ise sokak röportajı ve kamusal alanda kayıt alma hakkı çoğunlukla ifade özgürlüğünün geniş yorumu altında korunmaktadır. Bireyin kamusal alanda görüntü veya ses kaydı almasının anayasal temeli olduğu vurgulanmaktadır.

Ancak bu geniş özgürlük, her şartta sınırsız bir yayın hakkı anlamına gelmez; burada da iftira, hakaret, özel hayatın gizliliği ve ticari istismar gibi çerçeveler devrededir.

Dolayısıyla, ABD’de pratikte daha geniş bir özgürlük alanı bulunsa da, kişisel haklar ve mahremiyet hukuku medyanın sınırsızlığını ortadan kaldıran bir fren mekanizması işlevi görmektedir.

Fransa gibi mahremiyet hassasiyeti yüksek ülkelerde ise görüntülenen kişinin tanınabilir olması, rıza ihtiyacını artırır. Bu nedenle sokakta yapılan röportajlar, özellikle internette geniş bir dolaşıma sokulacaksa, hukukun daha korumacı bir yorumuyla karşılaşır. Bu ülkelerde bireyin en temel hakkı, dijital alanda kendisi hakkında oluşturulan temsilleri kontrol edebilmesidir. Dolayısıyla bu örneklerde devlet, sokak röportajını yasaklamaz; fakat onu kişinin mahremiyet hakkı, veri koruması ve insan onuru ekseninde sınırlar.

Dijital çağın kamusal alanı, devletle birlikte platformların, algoritmaların ve ekonomik motivasyonların da belirlediği bir güç rejimi içindedir. Sokak röportajları bu rejimin tam merkezinde bulunmaktadır; çünkü sıradan bireylerin spontane konuşmalarını hızla dolaşıma sokarak, toplumsal gerilimlerin ve politik kutuplaşmanın taşıyıcısı olabilmektedir.

Türkiye’de bu röportajlar kimi zaman iktidara karşı “umutsuzluk yayma” veya “kötü algı oluşturma”, “dezenformasyon”, “manipülasyon” kimi zamanlarda da kişilik hakları ihlalleri, mahremiyet suiistimalleri amacıyla yapılmakta, bu da etik ve hukuki süreçlerin siyasal motivasyonlarla iç içe geçmesi riskini artırmaktadır.

ABB’den gençlere tarihi yolculuk: “Anavatan Rumeli’den yeni vatan Ankara’ya” konferansı
ABB’den gençlere tarihi yolculuk: “Anavatan Rumeli’den yeni vatan Ankara’ya” konferansı
İçeriği Görüntüle

Elbette uluslararası normlara göre hukuki rejimin görevi, içeriğin politik tonunu değerlendirmek değil; kişilik haklarının, mahremiyetin ihlal edilip edilmediğine bakmaktır. Şayet hedef alınan siyasi saikle insanın kendisi, şerefi ve onuru ise, mahremiyetine tasallut varsa burada da korunması gereken bir durum söz konusudur.

Bugün Türkiye’de sokak röportajları etrafında yürütülen tartışmalar, iletişim etiğinin erozyona uğraması, bireyin mahremiyetinin ihlali, kamusal tartışmanın kalitesinin düşmesi, hukukun aşındırılması gibi çok katmanlı bir sorunsala işaret etmektedir.

Dünyadaki örnekler gösteriyor ki, sokak röportajları ne tamamen serbest bırakılmalı ne de devlet müdahalesiyle kısıtlanmalıdır. Bunun yerine, kişisel hakların korunduğu, yayıncının sorumluluk sahibi olduğu, dijital dolaşımın etkilerinin doğru analiz edildiği ve ifade özgürlüğünü koruyan dengeli bir hukuki çerçeve gereklidir.

Türkiye’nin mevcut yönelimi, bu dengeyi kurmaktan ve korumaktan yanadır ancak güncel gelişmeler, tam da bu küresel eğilimlerin yerel dinamiklerle kesiştiği bir noktada ortaya çıkmıştır. Bir yandan ifade özgürlüğü ve kişilerin kamusal tartışmaya katılma hakkı demokratik toplumun temelidir; diğer yandan kontrolsüz bir röportaj pratiğinin, bireyleri hukuki risklere açık hale getirmesi, kamusal barışı tehdit edebilmesi, manipülatif gruplarca araçsallaştırılabilmesi veya sistematik dezenformasyon kampanyalarının taşıyıcısı haline gelebilmesi de göz ardı edilemez.

Bu nedenle tartışma, “sokak röportajlarına izin verilmeli mi?” gibi yüzeysel bir çerçeveye sıkıştırılmamalı; bunun yerine etik kodların güçlendirilmesi, hukuki netlik sağlanması, dijital platform sorumluluklarının tanımlanması ve kamusal alanın demokratik niteliğinin korunması gibi çok boyutlu bir değerlendirme yapılmalıdır.

Bu bağlamda en sağlıklı yaklaşım, üç eksenin birlikte ele alınmasıdır. İlki, iletişim etiği ekseni; yani röportaj yapılan kişilerin bilgilendirilmiş rıza haklarının korunması, görüntülerin manipüle edilmemesi, bağlam dışı kullanımın önlenmesi ve içerik üreticilerinin mesleki etik kodlarla sınırlandırılmasıdır.

İkinci, hukuki eksen; kişilik hakları, mahremiyet, veri koruma, nefret söylemi, toplumsal kışkırtma ve kamu güvenliği gibi alanların açık kurallarla düzenlenmesi, keyfîlik riskinin azaltılması ve hem içerik üreticisinin hem de röportaj yapılan kişinin haklarının dengelenmesidir.

Son eksen, toplumsal-siyasal eksendir; sokak röportajlarının demokratik kamusal alanın bir parçası olarak korunması, fakat dezenformasyonun araçsallaştırabileceği bir zemin olmaktan çıkarılmasıdır.

Dolayısıyla amaç, alanı yasaklamak ya da tamamen serbest bırakmak değil, kamusal iletişimin güvenilirliğini, şeffaflığını ve demokratik niteliğini güçlendirecek bir normatif çerçeve geliştirmektir.

Bu olmadığı sürece sokak röportajları hem etik ve hukuki çatışmaların hem de toplumsal güven kaybının bir yansıması olmaya devam edecektir. Sokak röportajları üzerinden ne bireysel, ne de toplumsal huzurumuzu kaybetmeyi göze alamayız…"

YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ...